14 Mart 2013 Perşembe

Berlin Duvarı - bir film, bir kitap


Bu yazımda belli bir şehirde, belli bir dönemde geçen sevdiğim eserleri anlatmak istiyorum. Şehrimiz Almanya’nın metropolü Berlin. 2. Dünya savaşında yenik düşen Almanya’nın işgal altındaki Berlin kentinde 1961 yılında sosyalist Doğu Almanya vatandaşlarının kapitalist Batı Almanya’ya kaçmalarını engelleyen bir duvar örülmüştür. 1989 yılına kadar doğu-batı sınırı olarak işlev gören bu duvarın varlığı Doğu Almanya hükümetinin kararı sonucunda önce işlevsel olarak, sonra da fiziksel olarak son bulmuştur. 28 yıl boyunca bir sadece bir şehri değil, bir toplumu da bölen duvar birçok filme ve kitaba ilham kaynağı olmuştur. Ben de bu yazımda bu eserlerden iki tanesini inceleyeceğim.


Berlin hakkında yazmaya karar verdiğimde aklıma gelen ilk film Good Bye Lenin! oldu. Zaten iki kere izlemiş olduğum filmi yazıyı yazmak için tekrar izledim ve bir dakikasında dahi sıkılmadım. Temelde Doğu Berlin’de yaşayan bir ailenin annelerinin hastalanması ve duvarın yıkılması sonucunda yaşadıklarını anlatsa da, dönemin siyasal ve toplumsal dönüşümlerini göz önüne sererek hatta gerçek görüntüler de kullanarak bu dönemi en iyi anlatan filmlerden biridir.

Doğu Almanya’da yaşayan Alexander ve Ariane adlı iki kardeşin babaları 1978 yılında Batı Almanya’ya kaçar. Alman Demokratik Cumhuriyeti’ne (DDR) gönülden bağlı olan anneleri Christiane bu durumu kaldıramaz. Ağır bir depresyon geçiren anne iyileştikten sonra bir daha babalarından bahsetmez ve vatanıyla evlenir. Sosyalist düzen ile toplumun kalkınması üzerine çalışır. 1989 yılında DDR’ın 40. yılı sokaklarda tanklar ile kutlanırken, halk artık değişim istemektedir.  Alex o gece rejim karşıtı halkın duvarın kaldırılması için yaptığı eyleme katılmıştır. DDR’ın 40. yılı şerefine yapılacak kutlamaya giden Christiane, yolda polisin müdahale ettiği eylemciler arasında Alex’i görür. Bu şokun üzerine oracıkta kalp krizi geçirir.


Kalp krizi sonucunda komaya giren Christiane uyurken, ülkesinde büyük değişiklikler olur. Önce ülkelerini kapitalist dünyadan koruyan duvar kaldırılır, sonra inandığı hükumetin üyeleri teker teker istifa ederler. Bu sırada hormonlarının idaresinde olan Alex’in hayatında da değişiklikler olur. Annesi ile ilgilenen güzel hemşire Lara’yla ilk romantik randevuları gerçekleşir. 8 ay sonunda anneleri komadan uyanır, ancak hala risk altındadır ve en ufak bir heyecan ölümle sonuçlanabilir. Doktorun tavsiyesine göre hastanede bakılması gereken Christiane, Alex’in hastanede annesinin ülkenin durumundan haberdar olabileceği endişesi nedeniyle eve çıkartılır.


Alex annesinin odasının dekorasyonunu eski haline getirmeyi başarsa da, artık batı kanallarının izlendiği, Coca Cola reklam afişlerinin duvarlara asıldığı, marketlerde ithal malların satıldığı yeni ülkelerinde annelerini gerçeklerden uzak tutmak hiç kolay olmayacaktır. Bu durumda Alex’in insanüstü bir çabayla yaptıkları, kardeşi Ariane ve kız arkadaşı Lara tarafından delilik olarak görülmektedir. Film çekme arzusuyla yanıp tutuşan arkadaşı Denis ile annesine izletmek için hazırladıkları haber bültenleri bana göre de biraz delilik, ama çok da eğlenceli.


Good Bye Lenin’i dönem filmi olarak sunmuş olsam da, aile ve fedakârlık üzerine izlediğim en duygusal film olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Daniel Brühl’ün canlandırdığı Alex karakterine de sinema tarihinin en hayırlı evladı ödülünü veriyorum.




Tanıtacağım ikinci eser ise bir kitap: Selam Berlin. Berlin seyahatimden kısa bir süre sonra kütüphaneye kitap almak için girmiştim. Teneke trampeti almak için Alman edebiyatının bulunduğu raflara yönelmişim ki rafta bu kitabı gördüm. Sonuç olarak Teneke Trampet ve Selam Berlin’i ödünç alarak kütüphaneden ayrıldım ve Selam Berlin’i hemen okumaya başladım.

2004 yılında Almanya’da ödül alan Selam Berlin Almanca olarak Yade Kara tarafından yazılmış. Türkçe baskısı İnkılap Yayınlarından 2005 yılında çıkmış. Yade Kara hakkında fazla bilgi bulamasam da – var ancak Almanca – bu ilk eseriyle Türk-Alman kültür alışverişi konusunda önemli bir isim olarak kabul ediliyor.


Hikaye Good Bye Lenin filmi ile aynı dönemde yani duvar yıkıldıktan sonra geçiyor. Duvarın yıkılması hayatlarında büyük değişiklere yol açan Türk bir aileyi anlatıyor. Ancak bu aile Batı Almanya’da yani kapitalist kesimde yaşıyor. Hikayemizin kahramanı Hasan Kazan Almanya’da ikinci kuşak bir Türk gencidir. Babası erkek kardeşi ile birlikte Berlin’de kurduğu turizm acentesini işletmektedir. Almanya’da doğup büyüyen Hasan, hiçbir zaman Berlin’i sevemeyen tam bir İstanbul aşığı olan annesi ve kardeşi ile birlikte İstanbul’a gönderilir. Liseyi İstanbul’da okuyan Hasan annesinin aksine İstanbul’dan nefret etmekte ve Berlin’deki özgür hayatını özlemektedir. Üniversite okumak bahanesiyle Berlin’e geri döner. Annesi ile babasının sürpriz bir şekilde ayrılmasına neden olan duvarın yıkılması sadece onların değil şehirdeki tüm insanların hayatını değiştirmiştir. Artık vize gerektirmeyen doğu-batı Berlin arası geçişler - ki bu geçmişteki vize işlemleri, yazımın devamında anlatacağım eserden öğrendiğim kadarıyla öyle ülkeler arası vize işlemlerine hiç benzememektedir.- şehrin batı yani zengin kısmının oldukça kalabalıklaşmasına ve şehrin profilinin batılılara göre kötü yönde değişmesine sebep olmuştur.  İş için Doğu Berlin’e sık sık seyahat eden babasının aksine Hasan hiç duvarın ötesine geçmemiştir. Şehrin diğer tarafını keşfe çıkan Hasan doğuda bir üniversiteye kayıt yaptırmak ister ancak kapitalist ülkelerin vatandaşlarına uygulanan yüksek harçlar sebebiyle çok da meraklısı olmadığı üniversiteye gidemez. Babasıyla yaşadığı sorunlar nedeniyle evinde kalamayan Hasan kuzeninden destek görür. Türk baba ve Alman annenin çocuğu olan bu kız da ilginç bir karakterdir. Hiç bilmediği bizim şark kültürüne karşı aşırı sempati duyar, hatta odasına “Burka is sexy.” yazan bir poster asmıştır. Evsiz ve işsiz olan Hasan Berlin’de hayat kavgası verirken yeni ortamlara girip yeni insanlar tanıyacak kendisi ve ailesi hakkında hiç bilmediği gerçekleri öğrenecek ve aşkı keşfedecektir.

Kitap bende olmadığı ve okuyalı epey bir zaman geçtiği için ayrıntılı bir inceleme olmadı ne yazık ki. Aklımda kalanlarla bende güzel bir tat bırakan bir romandır Selam Berlin. Bu da bir roman için güzel bir özellik olsa gerek. Teneke Trampet ne oldu diye siz sormadan söyleyeyim, okumak kısmet olmadı henüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder